Bir Vak‘anüvist
- Nergis
- 26 Nis
- 6 dakikada okunur
Deri kaplı defterini çıkardı ve gözleri yaşararak Ongü'nün armağanı olan kalemle yazmaya başladı:
Tâlib değiliz asla tahsîne Reşîd
Ancak eğlencemiz olmuştur eş'ârımız inşâmız.
...
"Var mıdır günümüzde böylesi dik duruşlu eli kalem tutan gönül erbapları a dostlar! Kadı Mehmet'in oğludur bu beyitleri yazan, günümüz hukukçularının evlatlarından, ya da makam sahibelerinden duyabilir misiniz böylesini?"
-Herkes de Mustafa Reşid gibi değildir ki Celil amca dedi Asım. 13-14 yaşlarında olan bu çocuk, cam şekeri gibi boncuk boncuk bakan gözleriyle Celil amcasına bakıyordu.
-"Doğru evlat değildir. Fakat öyle bir nesil gelmekte ki, doğrusunu okumak şöyle dursun, yanlışını bile görmez olmuşsunuz." dedi, kahvehâne kabadayılarına mahsus bir çay tepsisi çevirme hareketi ile kıraâthanedeki bulaşıklara geri döndü.
-"Evet. Şu işi bir yoluna koyma vakti geldi artık." dedi Asım. Ağabeyim bisikleti tamir etti sayılır, yarın önce evin etrafını güzelce kolaçan edecek, sonra da senin köpeğini onların elinden alacağız Allah'ın izniyle." derken, yaşının üzerinde bir olgunluk ve kararlılıkla konuşuyordu. Tane tane olacak bir şekilde bütün vaziyeti Ramazan'a anlattı. Ramazan:
-"İyi de Asım, kızın ailesini duyduk, şimdiye çoktan benimsemişlerdir benim Korsan'ımı. Hem olur da yakalanırsak ne diyeceğiz. O cadaloz tutturursa benim diye, o zaman mahallelinin dilinden kurtulamayız işte."
-"Sen köpeğini istiyor musun, istemiyor musun Ramazan, bana onu söyle."
-"İstiyorum istemez olur muyum, hem ben..."
Ne oldu efeler, neyin muhakemesini yapıyorsunuz böyle uzun uzun. Celil amcaları yavaştan boşalan kıraathanenin tahta iskemlelerini masaların üzerine tersine yerleştirmeye başlamıştı.
-"Senin Çeşmizade gibi bir cesaret eğlencesidir konuşup duruyoruz işte Celil amcam."
-"Bak şu haylazlara, ben size onun için mi anlatıyorum böyle yiğitleri, ağabeyine sor da anlatsın sana bre Asım, ağabeyin sever onun gazellerini, vakti zamanında birileri için az karalamıyordu, devam etmiyor mu hâlâ?"
-"Bu aralar biraz içine kapandı Celil amca dedi Asım, rengi de soluk, eskisi gibi dışarıya da çıkmıyor."
-"Yazdıklarının cevabı gelmiştir de ondan" dedi Celil, yüzünde buruk acımsı bir gülümseme vardı.
...
Ezan okunmuş, bazı mahalle sakinleri çağrıya baş eğip cevap vermek suretiyle meydandaki caminin yolunu tutmaya başlamış, çocuklarsa annelerinin çağrılarına son raddesine kadar direnerek havanın da kararmasıyla mağlubiyetlerini ilan edip zorla evin yolunu tutmuş, kurulan oyunlar yarın devam ettirilecek şekilde sözler verilmişti. Asım eve girdiğinde ağabeyini göremedi. Annesine sorduğunda:
-"Bisikletini avludaki sizin sundurmalığa bıraktı, biraz işi varmış, geç gelecek ağabeyin." dedi.
-"Bu saatte mi işi varmış ?" dedi Asım. "Ne işi varmış anne sormadın mı?"
-"Sorsam söylüyor musunuz oğlum, al birini vur ötekine, arkadaşları ile bir işleri varmış." dedi annesi, gözleriyle haydi çıkar üstünü başını da yemeğe oturalım diyordu.
Asım yaklaşık gece yarısına kadar ağabeyinin gelmesini bekledi. Zaman geçmek bilmiyor, sıkıntıdan ne yana döneceğini şaşırıyordu. Kapının ağır ağır açıldığını işitince merdivenin başına oturup sessizce ağabeyini bekledi. Asım'ı gören ağabeyi:
-"Efe'm sen yatmadın mı daha?"
-"Yatmadım ağabey seni bekledim."
-"Bir şey mi oldu, anneme dediydim ben bisikletin hâllolduğunu, unuttu mu acaba?"
-"Yok yok, söyledi bana, ben seninle başka bir şey konuşacağım."
-"Gel geçelim odaya." dedi Akif, birlikte odalarına çıktılar. Akif:
-"Anlat bakalım Asım, bir işe burnunuzu sokmadınız değil mi? Bugün bizim arkadaşlar benim yanıma gelirken sizi görmüş, kıraathanenin önünde mühim bir mesele için toplanmış, bir şeyler çeviriyormuş gibi bir hava varmış üzerinizde." derken muzip bakışlarla kardeşine bakıyordu.
-"Celil amcanın selâmı vardı sana, o yüzden oyalandık. Çeşmizâde'yi anlatıyordu yine, ağabeyin pek severdi, artık karalamıyor mu diye seni sordu." derken bu sefer de Asım'ın gözlerinde aynı pırıltılar vardı. "Hem sen derslerin haricinde çıkmazdın evden te ne zamandır, asıl sen anlat."
-"Bak sen şuna" derken Akif gülüyordu; "Okulda bir program tertip edeceğiz, güzel bir müzakere yapmamız icap etti o yüzden." diye ekledi.
-"Ya gazeller?"
-"Ya kötek?"
İkisi de gülüyordu, Asım yavaştan konuya girdi:
-"Ağabey Ramazan'ın köpeği vardı biliyorsun, Korsan."
-"Evet, bayadır dolanmıyor yanınızda, hasta mı?"
-"Yok, ama olacak."
-"Nasıl olacakmış?"
-"O cadalozun yüzünden, eğer onu geri alamazsak hasta olacak."
-"Asım, tane tane anlat şunu."
-"Mahallenin girişindeki köşkü bilirsin, köşkün sahibi bir köpek istemiş, eşrafa sormuş soruşturmuş, Ramazan'ın babası da hanımı zaten oldum olası hayvanlara çok sıcak bakmıyor diye fırsat bu fırsat vermiş Korsan'ı onlara."
-"İyi de alan memnun, satan memnun, gidip de köpeği geri isteyecek hâlimiz yok ya?"
Kısa bir sessizlik oldu.
-"Hâlimiz yok değil mi Asım?"
-"Yok tabiî ağabey, üzüldük sadece." derken Asım ağabeyiyle göz teması kurmamaya çalışıyor, üstünkörü konuyu kapatıyordu.
-"Sana akıl danışmak istedim fakat haklısın, şimdi böyle sesli düşününce yapılacak çok da bir şey yok gibi."
İkisi de biraz daha havadan sudan sohbet edip yattılar, Asım ağabeyinin onlara yardımcı olmayacağını anlamıştı. Başka bir yerden yardım isteyecekti, kimden isteyeceğini ise iyi biliyordu.
...
-"Bre haylazlar, ben de sizi akıllı oğlancıklar sanırdım, buldunuz makara adam, eğleniyorsunuz tabiî. Hadi Ramazan'ın aklı beş karış havada, ya sen Asım, senden beklemezdim te vallahi." Celil, elindeki süpürgeyle güzün bir bir dallarından ayırdığı yaprakları umarsızca döverek bir yana toplamaya çalışıyordu.
-"Celil amca biz yanlış bir şey yapmıyoruz ki, öncesinde sahibi kimse ona geri verilmesini istiyoruz, kız konuşulacak biri olsa gider konuşuruz, adını bile bilmem, mahalledeki diğer kızlara sorduk kimse oynamamış, gıkı çıkmıyormuş bütün gün, bizim kızlar kıskanıyor da olabilir belki bilmiyorum ama bir insanın bir tane bile dostu olmaz mı ?"
-"Sen daha önce gördün mü kızı Asım?"
-"Görmedim Celil amca."
-"E önce kızla konuşun bre. Bu kadar zor mudur iki kelâm etmek. Asım yapar o işi, hem belki güzeldir be Asım, git konuş bre kızla, de ver köpeciğimizi."
-"Anlaşıldı Celil amca, sen de yardımcı olmayacksın bize, yürü Ramazan, gidiyoruz."
Birlikte hızlıca yürümeye başladılar. Celil kendi kendine, te ben ne dedim şimdi diyerek yaprakları savura savura süpürmeye devam etti.
...
Köşke yaklaştıklarında Nükhet teyzenin bahçesi köşkü tam seyir ortaladığından, önce bahçede etrafı kolaçan etmeye karar verdiler. 3 katlı acı kahve ahşabın yeşille buluştuğu mekânda Asım içten içe:
-"Korsan burada mutlu değilse ben de bir şey bilmiyorum ." dedi, köşkü duymuştu, uzaktan gördüğü de olmuştu ama hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Köşk mahallenin bizatihi içinde olmayınca ister istemez köşkteki kıza bir acıma duygusu beslemeye başladığını hissetti. Ramazan'a dönerek:
-"Bisikleti burada bırakalım, dönüşte nasıl olsa buradan geçeceğiz." dedi.
Ramazan, olur dedi. Çalılıkların arasından usul usul yürümeye başladılar.
Ramazan Asım'ın arkasında çıt çıkarmadan yürüyor, bir umut Korsan'ı görür müyüm acaba diyerek kafasını kaldırmaya çalışıyordu. Asım tam Ramazan'ı uyaracaken ikisi de kendilerine yabancı bir ses işittiler. Ses:
-"Sizi daha önce gördüğümü sanmıyorum, babamın öğrencileri iseniz babam henüz gelmedi." dedi.
Hem Asım hem Ramazan, her ikisi de sadece kıza bakıyor, mahalledeki diğer kızların bu kızdan niye hiç söz etmediklerini şimdi anlıyorlardı. Kız adeta bir su gibiydi. Yeşil mercan gözleri ve gece gibi simsiyah saçları ile başını yana eğmiş bu iki oğlana bakıyordu. Fakat bir sorun olacaktı ki sandalyesinden kalkamıyordu. Ne Asım ne de Ramazan cevap veremiyor, kız da sabırla onların konuşmasını bekliyordu. Asım Ramazan'ın bu huyuna alışkındı. Fakat kendisine ne olmuştu?
-"Babanızı ziyaret etmek istedik evet, fakat öğrencileri değiliz. Ben Asım. Arkadaşım Ramazan diyerek kendilerini tanıttı.
Kız:
-"Memnun oldum. Benim adım da Ongü. Annem mutluluk dolu pür neşeli sağlıklı bir kızı olsun istediği için ismimi böyle koymuş, fakat kaderin cilvesidir ki ikisinden de pek bir eser yok gibi." derken su yeşili gözleri nemlenmişti.
Asım ve Ramazan bağdaş kurup oturmuş, Ongüyle birlikte uzun uzadıya güzel bir sohbet buyurdular. Köşk aslında seneler evvelinden tenhalık in cin malikanesi olmuş bir harabe iken, diğer torunların işe el atmaması sebebiyle Ongü'nün babası tayinini doğduğu ilçeye istemiş, köşkü onardıktan sonra belki Ongü'nün halet-i ruhiyesine faidede bulunur diye eşini ve kızını da alıp İstanbul'dan buraya getirmişti.
-"Demek biz seni o yüzden göremiyorduk." dedi Ramazan.
-"Evet." dedi Ongü. Öğretmenlerim ders vermek için evimize geliyor, babam da mahalledeki bazı çocuklarla özel olarak ilgilendiği zamanlarda bahçeye çıkıyorum, şey..."
-"Ne oldu? Ne'n var?" dedi Asım.
-"Beni böyle görmesinler diye." derken Ongü artık gözyaşlarına hakim olamıyordu.
-"Babam öğretmen olduğu için burada onun öğrencileri ile kolay anlaşırım zannına kapıldı ama anlamadığı bir şey var, bazen yaşıtım olan kızlar yahut erkekler çok acımasız oluyor, ben bunu söyleyince de küsüp hiç var olmamışım gibi görmezden geliyorlar. İlk taşındığımızda birkaç arkadaşım vardı fakat anne babalarının tayini çıkınca gittiler, iyi de oldu gittiler diyordum ama, başta onlarla arkadaş olunca mahalledeki kızlar kibirli bulup hiç oyun oynamaz oldular. Babam da bu vaziyyeti görünce sağ olsun bir güzellik sahiplenmiş, görmek ister misiniz?
Hem Ramazan hem Asım utançtan kızın yüzüne bile bakamıyorlardı. Değil Korsan'ı almak, ellerinden gelse o çocukların hepsini karşılarına alabilirlerdi. Ramazan köpeği görmek istediğini söyledi, birlikte iki eski dost doyasıya oynadılar. Ongü oldukça şaşkındı, bu iki varlık sanki birbirlerini tanıyorlardı. Ongü:
-"Sahi kuzum dedi. Siz madem babamın öğrencileri değilsiniz ayıptır sorması neden buyurdunuz? Annem piyano dersi veriyor birazdan bitecektir diye tahmin ediyorum. Size bir şey ikram etmemi ister misiniz?"
Asım:
-"Hiç zahmet buyurmayın. Babanızla konuşacağımız mesele mühim değildi, müsait bir zamanda biz tekrardan uğrarız. Sizinle tanıştığımıza memnun olduk." dedi ve müsaade istediler. Korsan Ongü'yü sevmişti. Bu her halinden belli oluyordu. Fakat Ongü'nün ellerinden sahip olduğu tek dostu almayacak kadar terbiyeli ve beyefendi olan bu iki ufak genç, sonrasında onunla sohbet etmek için tekrar geleceklerini söyleyip köşke veda ettiler. İlk gelişleri düzenli ziyaretlerle seneler geçse de devam etti, etti, ve etti.
...
Asım şimdi karşısında eski harabe vaziyyetine dönmüş olan o köşke, çocukluk hallerine gözyaşları ile selam veriyordu. Geçen onca zaman, Korsan, Ramazan, Ongü, küçük Asım... Sanki orada her daim huzurlu ve mutluydu. Onları daha fazla rahatsız etmek istemedi. Hayatının vak'anüvisti olarak kabristana doğru yürümeye başladı ve artık hikayesini yazmaya hazır olup olmadığını düşündü.
Senelerin sonunda zor da olsa Ongü'nün kabrine gelebilmişti. Bahar çiçeklerinin dallarından nazende salınışı, ağacını terk ederek ayrılışı gibi Asım'dan ayrılan Ongü'nün toprağı şimdi taze bahar çiçekleriyle bezeliydi. Yaşanan onca güzel anıyı düşünmesi dahi yüreğine ızdıraplardan amansız yaralar dağlıyordu. Ongü'ye, nişanlısına, vakti zamanında nice güzel anıları mendillerine işleyip sırladıkları günlerini değil yazmaya, hatırlamaya mecalsizdi. Duasını ettikten sonra getirdiği çiçekleri bir güzel dikti, bir kökünü de kendisine ayırdı. Deri kaplı defterini çıkardı ve gözleri yaşararak Ongü'nün armağanı olan kalemle yazmaya başladı:
-"Tâlib değiliz asla tahsîne Reşîd,
Ancak eğlencemiz olmuştur eş'ârımız inşâmız..."
"Hasreti dört bir yanını saran nice gönül erbabına bağır basar, selam ederiz."