top of page

Anda Kalabilme Sanatı

  • Yazarın fotoğrafı: Nergis
    Nergis
  • 17 Nis 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 1 May 2022

Şu sıralar çok fazla şeyi sorguluyorum, ama blogtan nasibini alacak konumuz için kendisi gönüllü olmak istedi, ben de şevkini kıramadım tabi. Zaten oldukça önemli bir konu olduğunu düşünüyordum, spontane bir kararla buraya aktarmak istedim. Çıkarın kaleminizi defterinizi, bugün ki konumuz ''Anda kalabilme sanatı.''

Eğri oturup doğru konuşalım, birazdan sayacağım çoğu şeyin içerisinde bizzat bende varım. Aslında bunu fark edeli baya olmuştu, sadece kendime açıklayacak cesaretim yoktu, ya da ben cesaretim olmadığını düşünerek kendime zaman kazandırmaya çalışıp, kendimi oyalıyordum. Bir günümü elimden geldiğince verimli geçirmek isterken, sürekli bugünü yaşamak isterken, özellikle kendimi depresif hissettiğim zamanlarda anda kalmak yerine sürekli ya geçmişi ya da gelecekte oluşma olasılığı olan durumları düşündüğümü fark ettim, ve bu beni depresif moddan çıkarmak yerine bataklık gibi daha da içine çekmeye başlamıştı, sürekli olasılıklar üzerinde kafa yoruyordum, ya da bir daha asla dönemeyeceğim geçmişin çukurunda diplere doğru ilerledikçe ilerliyordum, hâlâ tamamıyla aşabilmiş değilim bu durumu, bunu da çok net bir şekilde itiraf ediyorum, bunu bu kadar ayrıntılı anlatma isteğimdeki amaç içinizde bunları yaşayan en az 1 kişi vardır, ve o 1 kişi kendini yalnız hissetmesin diye yazıyorum, emin ol çoğu kişi de seninle aynı şeyi yaşıyor, lütfen kendini daha fazla üzme ve derin bir nefes al :)

Özellikle anksiyeteniz varsa ya da anksiyeteye benzer herhangi bir durumunuz, bu bataklıkta sadece içine çekilmeye değil boğulmaya kadar varabiliyor. Çünkü düşünceleriniz asla durmuyor, beyninizi susturamıyorsunuz, çoğu insan ''mental olarak sağlıklı ve mutluyum, ben iyiyim'' maskesi takarak bunu kamufle ediyor belki ama duyguları saklamak ve dışarıya yansıtmamak her ne kadar bizim için bir kalkan olsa da aslında bize daha çok zarar veriyor, sonra kat be kat acı çeken yine ve yine biz oluyoruz, bu ve benzeri konular hakkında fikirlerinize yeni fikirler katacak (sorularınıza yeni sorular da katabilir tabi orası ayrı :)) pek çok makale ve kitap bulabilirsiniz, kişisel gelişim kitaplarına farklı bakış açıları mevcut, o tartışmaya burada girmeyeceğim (belki sonra bununla ilgili ayrı bir yazı olabilir, kim bilir) ama bu yazımızda biz bu kitaplardan ya da araştırmalardan ziyade olaya biraz daha gündelik yaşamdan ve sorunlardan yola çıkarak, psikososyal bir tavırla ele almaya çalışacağız, yani en azından çalışacağım.

Öncelikle kişi asla bulunduğu konumla yetinmek istemeyebilir, sürekli ve sürekli oluşabilecek potansiyel durumları düşünür, daha da ileriki boyutlarda bunlara karşı derin bir özlem ve çaresizlik hissini içinde beslemeye başlar, sonrasında bu çaresizlik hissi tıpkı fırsatçı patojen bir mikroorganizma gibi kişi kendini kötü hissetmeye başladığında zeytinyağı gibi üste çıkar ve onca derdin düşüncenin arasında kapıyı çalar ve der ki ''Selamın aleyküm, bak sana yeni dertlerin yanında promosyon olarak ben geldim nasıl, beğendin mi ? ''Evet durumu oldukça mizahi bir üslupla aktarmış olabilirim ama durumun ciddiyetinin hepimiz farkındayız. Bizim bu dertlerine milli piyango vuran insanımız da bu yükleri iyice kaldıramaz hale gelmişken bir de üzerine bu susmayan düşünceler eklendiğinde hem bedeni hem de ruhu aynen şunu söylüyor. '' Kusura bakma tatlım bizden bu kadar.'' Kişi o kadar çok şeyi aynı anda yaşıyor ya da yaşamaya çalışıyor ve o kadar harap oluyor ki artık bunu ne bedeni ne de ruhu kaldırabiliyor, bu ülkede herkese bir terapist şart diye boşuna demiyorum ben. Mutlu olduğu bir anda mutlu kalabilen varsa Allah rızası için ücretsiz bir ders, seminer falan versin ülkeye topluca, yoksa bu şekilde devam edersek durumumuz vahim benden söylemesi.

... ... ... ...

Sürekli halının altına süpürdüğünüz o tozlar bile gün gelip sizi astıma kadar götürebilen bir dizi hastalığa sebep olabiliyorken, siz bir de halının altına süpürdüğünüz o duyguları düşünün, açıkçası ben düşünemiyorum. En mutlu olduğumuz anda bile bir hüzün yatıyor değil mi ? Ya da doya doya eğlendiğimizi sandığımız bir günde bile içimizde bir şeyler kıpırtı gösterip varlığını kanıtlamaya çalışıyor ama hemen çimdikleyip susturuyoruz onu, peki bu başta yazarken de belirttiğim gibi insanlığın sürekli yetinmeden, dur durak bilmeden gerçekleştirdiği '' Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir.'' felsefesinden mi kaynaklanıyor, yoksa biz aslında gerçekten mutlu olabileceğimiz alanı bulup iç sesimizin baskılanamaz feryadından o susmak bilmeyen düşüncelerden, bazen kuruntulardan, bazen de geçmişin o çukurlarından dolayı mutlu olabileceğimiz o cennet gibi alanı kendimize bir cehennem mi ilan ediyoruz ?

Çok soru var farkındayım, belki bir cahil tavsiyesi olacak ama ben kendim için bulduğum yöntemi söyleyeyim size, ''Mutlu olduğunu düşündüğün, kendini iyi hissettiğin bir an yaşıyorsan sıkı sıkı tut onu, sakın bırakma, ve onun haricinde hiçbir şey düşünme o an için, çünkü o azıcık mutluluğu 5 dakika sonra hâlâ yaşayabileceğinin garantisini sana kimse vermiyor.'' Bu doğru bir tavsiye olmayabilir belki, belki de doğrudur ve herkesin uygulaması gerekir, orasını ben bilemem, ben naçizane önerimi sundum, gerisi size kalmış dostlarım :)

Ben gülerken de ağlarken de anda kalın derim, geleceği gerektiğinden fazla düşlemek bir süre sonra hayatla, olduğunuz anla ve bazen de hayatın gerçekleriyle bağımızı koparmaya sebep olabiliyor. Bunun ne kadar acı sonuçlar doğurabileceğini kendinize sormanızı istiyorum. Sadece düşleyerek bir yere varamıyoruz, keşke varabilsek, ya da duyguları halının altına süpürerek mutlu olamıyoruz, keşke olabilsek...

İnsanlara karşı maskenizi düşürmek istemiyor olabilirsiniz, duygularımı açık bir şekilde yaşayıp gerektiğinde kahkaha atabilip gerektiğinde hüngür hüngür ağlayıp kendimi rezil edemem, edip de elaleme maskara olamam da diyebilirsiniz ama o maske en azından kendinizle aranızda bir duvar olmasın, olmamalı.

''Belki de hiç gerçekleşmeyecek olan bir şeyi ki bana o an için iyi geldiğini düşünsem dahi düşünüp kendimi kandırmalı mıyım, yoksa anda kalarak şu anı şu dakikayı belki de acı çekerek ama en azından gerçek olduğunu bilerek doya doya yaşamalı mıyım, bugün değilse, şu an değilse, ne zaman ?''

Ortada pek çok farklı tipte, pek çok farklı düşüncede soru var, her sorunun birden fazla cevabı olabilir ya da hiç izahı olmayabilir, ben burada bir argümanı size kabul ettirmeye çalışmıyorum, ben burada sadece soru soruyorum, çünkü bazen sorulan sorular, cevaplarından daha önemli gizleri içerisinde barındırır. Yine kaptırmışım kendimi, sanırım bu kadar yeterli. Albert Einstein'ın düşündürücü bir sözü ile bitirelim.

''Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.''

Hem bedenen

Hem ruhen

Sağlıcakla kalın... 16-17 Nisan

2021

 
 
Yazı: Blog2_Post
bottom of page